31 Mayıs 2013 Cuma

İşaret

:


O ki, pınar basında çeker suya hasret; 
Kadınında kadına, yurdunda yurda hasret. 
Yalan dünyada butun görünüşler iğreti; 
Her şey o şeye hazin benzeyişten ibaret. 

Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum 
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret 
Yalnız, 'Rakip' ismiyle Allah’ı görüyorum 
Bir yokluk ki, bu dünya, var olandan işaret...

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown06:03

YAR O Kİ

:


Falan, dağın ardında;
Seslen seslen işitmez!
Filan, toprak altında;
Gözyaşları diriltmez!
Neye vardın , vardın da?
Ufuk varmakla bitmez.
Bir şey göster kadında
Tılsımını eskitmez!
Yar o ki, hep yadında;
Eskitmez ve eksilmez.
Muradı muradında,
Seni bırakıp gitmez.

Necip Fazıl  KISAKÜREK

Posted Unknown06:02

En Yakın

:


Butun insanlığı dövsen havanda, 
Zerre zerre herkes yine yalınız. 
boşlukta yol alan uçsuz kervanda, 
Her şey tek basına, dağ, tas ve yıldız. 

Herkes bir vücutsuz hayal peşinde; 
Esini kaybetmiş herkes esinde. 
İçinizde yiv yiv derinlesin de 
Çıksın karsınıza en yakınınız!

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown05:47

Allah Diyene

:


Her şey, her şey şu tek müjdede; 
Yoktur ölüm, Allah diyene 
Canım kurban, başı secdede, 
İki büklüm, Allah diyene 

Akıl, kırık kanadı hiçin; 
Derdi gücü 'nasıl' ve 'niçin'... 
Bağlı, perçin üstüne perçin, 
Benim gönlüm Allah diyene...

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown05:46

O ÂN

:


Taş merdivenler gibi, aşınmış ayaklardan,
Secde yerine çarpa çarpa alınım aşınsa!
Göklerin kamçısıyle yediğim dayaklardan,
Erisem de, tabutum boşmuş gibi taşınsa

Bir garip insan olsam, benzemez hiç kimseye;
Tek hece bilmez, tek renk görmez, tek ses işitmez.
Karanlığı, yoğursam nura döndüresiye.
Tırmansam o âna ki, yekpâredir ve bitmez.

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown05:45

OLMAZ MI ?

:


Yön yön sarılmışım ne yana baksam;
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam;
Geçipte aynaya soran olmaz mı?

Bir parçacığım ben, bütüne hasret;
Zaman döne dursun , o güne hasret;
Ruhumsa zamanın üstüne hasret;
Ebediyet boyu bir an olmaz mı?

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown05:44

Allah Derim

:

Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin; 
Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem! 
İsterseniz hayat aşını verin; 
Sayılı nimetler bal olsa yemem! 

Ey akıl, nasıl delinmez küfen? 
Ebedi oluşun urbası kefen! 
Kursa da boşluğa asma köprü, fen, 
Allah derim, başka hiçbir şey demem!

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown05:42

Sen

:


Senden, senden, hep senden, 
Akisler aynalarda, 
Göğe çıksam mahzenden; 
Hasretim turnalardan. 

Seni buldun bulduysam; 
Gökten bir davet duysam 
Ben ki, sucumu yufsam, 
Su biter kurnalarda. 

Garibe sensin vatan, 
Nur yurdunu aratan 
Sensin, sensin yaratan, 
Rahmeti analarda.

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown05:39

Nur

:

Sen ol dersin ve olur!
Pırıltı dolu billur,
Çığlık içinde fağfur.
Bir renk bize öteden
Ve bir ses o besteden
Nur bize Allah ‘ ım nur!
Büyük divan ve huzur……
Bekliyor mezarı Sûr.
Sonsüzlük ölümsüzlük
Bitmez tükenmez düzlük;
Nur bize Allah ‘ ım nur!
Güneşi tuttu çamur;
Elmas mahçup zift mağrur.
Yakın kandili yakın;
Ne donanma ne yangın
Nur bize Allah ‘ım nur!
Sen ol dersin ve olur!

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown05:32

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Kardelen

:


Bu bendeki bir dert ki, anlatamam kimseye
Kulak verip de beni dinler misin kardelen
Sardı tüm benliğimi, mecalim yok gülmeye
Sende benimle ağlayıp, inler misin kardelen
 
Mis gibi sıla kokan eş, dost mektuplarında
Taze güller yeşerir eski anılarında
Hatıralarla dolu gurbet akşamlarında
Hasret denen türküyü söyler misin kardelen

Bütün duyguları bir deftere yazmanın
Dertlerini duymayan duvara anlatmanın
İçinde ne var ise hep içine atmanın
Ne demek olduğunu bilir misin kardelen
 
Dostu oldum kaç defa sabahsız gecelerin
Defterimde yeri yok, anlamsız hecelerin
Çözemedim bir türlü bu zor bilmecelerin
Cevabını sen bana çözer misin kardelen

Ne kadar tatırsa da ayrılık acısını
Unutamazsın yine onun hatırasını
Bir kenara bırakıp acısı, tatlısını
Hepsini bir kalemde siler misin kardelen

Anlat sende içini, dök dışına ne varsa
Hiç düşünme kalbimi, bırak yansın yanarsa
Bu derdi sen benimle paylaşır mısın, yoksa
Bakıp bakıp halime güler misin kardelen

Bilirim ben yerini, sormam sana nerdesin
Senin yurdun dağlarda, sen hep yükseklerdesin
Nasıl gelsem yanına, sen hep yükseklerdesin
Eğilip de elimden tutar mısın kardelen

Ah gurbet, sen içimde dinmeyen bir sancısın
Bazen iyisin amma çoğu zaman acısın
Ey kardelen! Sen bana neden çok yabancısın
Çaldım işte kapını, açar mısın kardelen

Senin de gözlerin yaşlı, ağlamışsın besbelli
Yoksa sen de benim gibi naçar mısın kardelen
Bu topraktan çıkıp da karları delmişsin ya
Mevsimin gelmeyince açar mısın kardelen

Derdimi de dinledin, sana ağır gelirse
Yine toprak altına kaçar mısın kardelen
Ya ölüm günü gelip de alırlarsa ruhumu
Benimle gökyüzüne uçar mısın kardelen 

Hayrullah Paşalıoğlu

Posted Unknown17:48

Üstad Necip Fazıl Kısaküreği Rahmetle Anıyoruz

:



Bugün, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in 30. ölüm yıldönümü, yarın ise doğumunun sene-i devriyesi. Mayıs ayında bir gün ara ile doğan ve hayata veda eden Üstad, hayatı ile dünya hayatının adeta bir günlük serüven olmasının somut örneğini önümüze koyuyor.
Şair, hatip, hikâyeci, tiyatro ve biyografi yazarı, gazeteci ve tarihçi kişiliğiyle benzerine az rastlanan birçok özelliğe sahip olan Necip Fazıl Kısakürek, ölümü üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen eserleri, fikirleri ve yetişmesine vesile olduğu nesiller ile yaşamaya devam ediyor. 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da doğan Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde yine İstanbul’da ahirete intikal etmişti.

ABDÜLHAKİM ARVASİ HAZRETLERİ İLE KARŞILAŞMASI ÜSTAD’I ORTAYA ÇIKARDI

Necip Fazıl, 21 yaşında yayımladığı “Örümcek Ağı” adlı şiir kitabının ardından, 24 yaşındayken yayımladığı “Kaldırımlar” adlı şiir kitabıyla tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak tanınmış ve meşhur Bâb-ı Âli’nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. 1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşamış ve bu değişimi kendisi “…içimi öylesine bir sosyal mücadele ve cemiyeti yorma hamlesi kapladı ki, artık çalışamaz oldum” şeklinde tanımlar. Bu tarihten sonra Türkiye’nin bir çok şehrinde konferanslar düzenlemiş, düzenlemiş olduğu konferanslarda ki sözlerinden dolayı hakkında dâvâlar açılmış ve bu dâvâlar neticesinde öncülük ettiği Büyük Doğu Hareketi’ne dair yayın yapan Büyük Doğu Dergisi yayın hayatı boyunca 16 kez kapatılmış, Necip Fazıl’ın eserleri toplanmış ve basımı yasaklanmıştır. 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat eden Üstad Necip Fazıl’ın yüzden fazla eseri bulunmaktadır.

ÜSTAD’IN BAŞLICA ESERLERİ

“Cinnet Mustatili, Hikayelerim, Çile, Aynadaki Yalan, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, O ve Ben, İman ve İslam Atlası, İhtilal, Bab-ı Ali, Raporlar, Para Mukaddes Emanet, Senaryo Romanlarım, Reis Bey Parmaksız Salih, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Benim Gözümde Menderes, Nur Harmanı, Yeniçeri, Müdafaalarım, Türkiye’nin Manzarası, Namık Kemal, Sabır Taşı Ahşap Konak, Yunus Emre Kanlı Sarık, Peygamber Halkası, Konuşmalar, Moskof, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han, Bir Adam Yaratmak, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, At’a Senfoni, Hazret-i Ali, Hücum ve Polemik, Öfke ve Hiciv, Tohum, Hitabeler, Son Devrin Din Mazlumları, Hesaplaşma, Doğru Yolun Sapık Kolları”
Gazeteci-yazar Mustafa Miyasoğlu:
“Necip Fazıl bir deha”
Gazeteci-yazar Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek’in bir dehâ olduğunu, milletimizin tarihî, dinî ve kültürel değerlerini ortaya koyduğunu söyledi. Kısakürek’in 1943’ten 1983’e kadar 40 yıllık bir şair, mütefekkir ve siyaset adamı olarak, İslâmi bir tavır içerisinde olduğunu ve aktif bir tavır almayı Müslüman nesillere öğrettiğini söyleyen Miyasoğlu, “Necip Fazıl 20. yüzyıla ortaya çıkmış şahsiyetler içinde, Doğu-Batı çatışmasının fertten topluma, siyasî yapıdan aileye kadar bütün yansımalarına dikkati çekmiş ve tarihî kimliğimize uygun teklifler getirmiş bir büyük şair ve mütefekkirdir. Onu anlamak, farklı olmak ve sürüden kurtulmaktır. Bu anlamda Necip Fazıl, sosyal, siyasal ve estetik görüşleri ve eserleriyle bizim için bir lütuftur. Onu anlamadan çok şeyi anlamak mümkün değildir” dedi.
Miyasoğlu, şunları söyledi: “Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Ağaç, Büyük Doğu ve Borazan adıyla yayınladığı dergi ve gazetede tefrika olarak kalan eserleriyle bu dizinin 100 cilde ulaştığını görüyoruz. Bu eserlerin şiir, hikâye, tiyatro, hitabe, konferans, fikir, tarih, din, dil ve ilahiyat alanlarında, her biri yeterli değerlendirmelere konu olmamış ve birçok alanda büyük eserleri var. Bazen bir şahsiyeti anlamak, bir millete ait tüm değerleri anlamakla aynı anlama gelir. Shakespeare, Goethe, Victor Hugo ve Dostoyevski böylesine milletinin sembolü olan değerleri ortaya koymuş şahsiyetlerdir. Necip Fazıl da bu soydan bir dehâdır ve milletimizin tarihî, dinî ve kültürel değerlerini ortaya koyar. Bu bakımdan, Üstadı ve tesiri yanında, onunla ve eserleriyle tarihî kimliğimize ve misyonumuza kavuşabiliriz. Bunu iyi anlamalıyız!”

ESSELAM ADLI MANZUM ESERİNİ YAYINLADI

Miyasoğlu, Necip Fazıl’ın vicdanımızda büyük izler bıraktığını belirterek, “Onunla ilgili çarpıcı hayat hikâyelerini, en önemli meselesi gibi görüyorlar. Bunlar önemlidir, ama birçoğu da az bilinir. Mesela 1973 yılında Hacc yapan Üstadın en önemli meselesi, eliyle kurup da ölümüne kadar yönettiği Büyük Doğu Yayınları’dır. İlk önce bu arada Peygamber Efendimizin hayatını anlatan Esselam adlı manzum eserini yayınladı. O kitapta kendisinin Vasiyetnamesi ile bu arada, kendisinden kuruş alacak olanın senetsiz-şahitsiz alacağını gelip istemesidir. Rahmetler dilerken, bu şahsiyetin bizim gibi okur-yazarlara haysiyetler öğretti…” diye konuştu.
TYB İSTANBUL ESKİ ŞUBE BAŞKANI MUZAFFER DOĞAN:
“Üstad Türk şiirinin
Mâverâya açılan kapısı”
Üstadı, yakinen tanıyan ve konferanslarına katılan Muzaffer Doğan Akit okurları için Necip Fazıl’ı anlattı.
Hocam bize Necip Fazıl’ı tanıtabilir misiniz?
Üstad Necip Fazıl geçen yüzyılın başında Osmanlı güneşi batmak üzereyken dünyaya gelmiş, Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte gençliğini idrak etmiş, yüz cildin üzerinde eser vermiş olan bir kimsedir. Üstad, öncelikle büyük bir şairdir. Kendisine Türk Edebiyatı Vakfı tarafından Sultan’üş-Şuârâ unvanı verilmiştir. Bu bir Osmanlı geleneğidir. O törende ben de bulunmuştum. Tabii böyle bir unvan verilmese de, şiiri iyi bilen kimseler, Yunus Emre’den Üstad Necip Fazıl’a gelen 800 yıllık Türk şiir çizgisini iyi bilenler, Üstadı en büyük şairlerden saymak mecburiyetindedirler. Zâten dostunun da, düşmanının da, onun büyük şairliği noktasında bir şüphesi yoktur. Ama o sade bir büyük şair olmakla kalmadı. Aynı zamanda bir büyük mütefekkirdir de. 1940’lardan başlayarak vefat yılı olan 1983’e kadar birçok neslin yetişmesine vesile olmuş bir mücadele adamıdır.
Necip Fazıl’ın Paris’e Sorbonne Üniversitesi’ne burslu olarak gönderildiğini ve orada bohem hayatı yaşadığını biliyoruz. Necip Fazıl’ın oradaki hayatı hakkında neler söylersiniz?
Devlet, okullarında başarılı olmuş, istikbal vaad eden öğrencileri, Batı ülkelerine gönderiyor. Necip Fazıl da, Burhan Ümit Toprak gibi bazı isimlerle Sorbonne’da Felsefe okumaya gidiyor. Paris’e giderken hocası Prof. Şekip Tunç, arkadaşları Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Kutsi Tecer gibi isimler uğurluyor Necip Fazıl’ı. Burada Şekip Tunç’un bir sözü var: “Necip, tarihin malı olduğunu unutma” diye. Necip Fazıl, daha sonra gerçekten bu öğüdün karşılığını vermiş, büyük bir şair, büyük bir mütefekkir ve büyük bir mücadele adamı olmuştur. Çok önemli bir felsefe akımının babası Henry Bergson, orada üstadın hocasıdır. Necip Fazıl, derslere devam etmiyor, bohem bir hayatın içine düşüyor. Bir gün Bergson, “Bir Türk vardı, çok zeki, serserivari bir Türk! Onu göremiyorum, nerede o?” diye soruyor. Sezgici filozof, Necip Fazıl’ın ilerde büyük bir adam olacağını seziyor.
Üstadın hayatındaki dönüm noktasına gelirsek, Seyyid Abdülhakîm Arvasî’den etkilenen Necip Fazıl’da ne gibi değişikliler olmuştur?
Üstadın daha ilk şiirlerinde ruhçu, vahdaniyetçi anlayış ve bir gurbet havası seziliyor. O yıllarda da materyalizm alabildiğine yaygın. Üstadın Bahriye Mektebinde İbrahim Aşkî adında bir hocası var ki, ilk tasavvufî tesirlerini ondan alıyor zaten. Bundan sonra Üstadın hayatında çok önemli bir dönüm noktasına geliyoruz ki, bu da Seyyid Abdulhakîm Arvasî ile tanışmasıdır. Bu 1934 tarihine tekabül eder. Arvasî Hazretleri, tek parti zulmünün alabildiğine yoğun olduğu dönemde, mestur bir şekilde Beyazıd’ta, Ağa Camii’nde dersler vermektedir. Derinden derine de muhipleriyle sohbet etmektedir. Bir gün Necip Fazıl böyle bir zâtın varlığından haberdar oluyor. Bunun hikâyesi, Üstadın “O ve Ben” isimli eserinde yer alır. Bu eser, Üstadı anlamada anahtar bir kitaptır. Bu buluşma, Mevlânâ ile Şems’in karşılaşmasını, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ile Şeyh İsmail Fakirullah’ın münasebetini hatırlatır ve asıl Necip Fazıl; dünya görüşü ve eserleri ile bu tanışmadan sonra ortaya çıkar. Bu tanışma, Üstada bambaşka bir istikamet kazandırmıştır. Bunu iki “noktalama” ile ifade eder:
“Tam otuz yıl, saatim işlemiş ben durmuşum, / Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum” … “Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız, / Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız.”

BÜYÜK DOĞU İSLÂM GÜNEŞİNİ BULMA VE BULDURMA MÜCADELESİDİR”

Üstad’ın Büyük Doğu dergisi ve ideolojisinden söz edersek, neler söyleyebiliriz?
Üstad, 1936’da çıkardığı Ağaç dergisinde, o yıllarda devrin ileri gelen sanat ve fikir adamlarına yer vermiştir. Bu yıllar, daha Üstadın İslâmî renginin tam belli olmadığı yıllar. Ağaç, derinden derine ruhçu bir dünya görüşünü dile getirse de, henüz böyle pazarlıksız şekilde “İslâm” demiyor.
Arkasından 1943’te Büyük Doğu dergisini çıkarmıştır. Üstad, hocalık da yapmıştır ama Büyük Doğu’yu çıkarınca İnönü’nün talimatı ile hocalık elinden alınmıştır. Dönemin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel, “Ya Büyük Doğu’yu tercih et, ya da üniversite hocalığını” demiştir. Üstad da: “Üniversite anfisindense, vatan çapında hocalığı tercih ederim. Ben de size bunu ihtar ederim” diyor. Büyük Doğu, bir dergi olmaktan öte, bir mücadelenin de bayrağı olmuştur. Büyük Doğu, bir dünya görüşünün adı ve bir mücadele mektebi, birçok şair, yazar ve fikir adamının yetişmesine ocaklık etmiş bir mekteptir. Büyük Doğu ceplerde kaybedilen İslam güneşini bulma ve buldurma mücadelesidir. Üstad işte bu dönemden başlayarak, “baş eserim” dediği İdelocya Örgüsü’nü yazıyor. Bu eser, bir medeniyet tasavvuru, bir devlet projesidir. Bu da İslam medeniyeti ve İslâm devletidir.
Daha sonra, 1939’da yazacağı ve Necip Fazıl şiirlerinin de, Türk şiirinin de zirvesi olan “Çile” şiiri, 800 yıllık Türk şiirinin zirvesi olmuştur. Bu şiirinin bir yerinde diyor ki:
“Ver cüceye onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.”
Eskiden onu alkışlayanlardan Baki Süha Ediboğlu, 1968’de yazdığı bir yazıda, “Büyük Doğu, büyük şair Necip Fazıl’a mezar oldu” demişti. Üstad, verdiği cevapta, “Baki Süha, ben asıl Büyük Doğu’dan sonra büyük şair oldum” diye yazdı. Necip Fazıl, Sakarya ırmağı gibi gürül gürül akan bir ırmaktır. “Çile”nin önsözünde şairliği ve şiirlere hakkında önemli ipuçları verir. Üstad burada, “Biz şiiri iman için bilmişiz ve bu mihrak bilgiyi her bilginin geçtiği bin bir yol ağzı biliyoruz” der. Üstad, Yunus Çeşmesi’nden su içmiş, gelenekten beslenmiştir. Üstad Necip Fazıl, Türk şiirinin Mâverâya açılan kapısıdır.

BEN ŞİİRİ, ALLAH RESULÜ’NÜN YOLUNUN SÜPÜRGESİ OLARAK GÖRÜYORUM

Hocam, Üstadın vefatının üzerinden 30 yıl geçti. Türkiye’nin her yerinde, bu vesileyle anma ve anlama toplantıları yapılıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Bu anma ve anlama faaliyetlerini, oldukça sevindirici gelişmeler olarak görüyorum. Ben de bazı üniversitelerimizin, bazı belediyelerimizin ve bazı dernek ve vakıfların bu türden faaliyetlerine konuşmacı olarak katılıyorum. Bilhassa Muhterem Cumhurbaşkanımızın himâyelerinde, Konya’da gerçekleştirilen anma faaliyeti oldukça nitelikli. Vefatının 30. yılında Üstadımıza Allah’dan rahmet, hakkında “Çöle İnen Nur” gibi muhteşem bir eser yazdığı Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimiz, Peygamberimiz’den de şefaat niyaz ediyorum.

Gençliğe Hitabe

"Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…
"Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik…
Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, allah’ın kur’an’ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören… bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik…
Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…
Halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik…
Emekçiye "benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın!", kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!", ihtarını edecek… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik…
Bir buçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, türkün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik…
"Kim var!" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik…
Bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, müzahrefat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik…
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik…
Tek cümleyle, allah’ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik…
Bu gençliği karşımda görüyorum. maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allah’a hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..

Allah’ın selâmı üzerine olsun!"

Posted Unknown02:58

25 Mayıs 2013 Cumartesi

KARACAAHMET

:


Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!

Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?

Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...

Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.

Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.

Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.

Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,

Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...

Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta sebep?

Kavuklu, başörtülü, fesli, başacık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,

Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.

Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.

Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown12:27

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Fakir

:

Akşam üstüne doğru kış vakti
Bir hasta odasının penceresinde
Yalnız bende degil yalnızlık hali
Denizde karanlık gökyüzüde
Bi acayip kuşların hali
Bakma fakirmişim kimsesizmişim 
Akşam üstüne doğru kış vakti
Benimde sevdalar geçti başımdan
Şöhretmiş,kadınmış,para hırsıymış
Zamanla anlıyor insan dünyayı
Ölürüz diyemi üzülüyoruz
Ne ettik ne gördük
Şu fani dünyada ,kötülükten gayrı
Ölünce kirlerimizden temizlenir
Ölünce bizde iyi adam oluruz
Şöhretmiş kadınmış para hırsıymış
hepsini unuturuz ... 


Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown13:29

Saçların

:



Saçların omuzlarından aksın
Mermer üzerinden geçen su gibi
İçinde ezgin bir his duyacaksın
Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi

Saç tel tel örtüler hep tül tül düşer
Gözünün değdiği yere gül düşer
Sonunda sana da bir gönül düşer
Gönlümün şimdiki duygusu gibi

Dillerde dökülüp sayılır saçın
Sıcak nefeslerle bayılır saçın
Bir tütsüdür kalbe yayılır saçın
Kararan gözlerin buğusu gibi

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown12:28

18 Mayıs 2013 Cumartesi

.

:



Posted Unknown07:33

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Takvimdeki Deniz

:

Hasreti denizlerin,
Denizler kadar derin.
Ve o kadar bucaksız.
Ta karşımda yapraksız
Kullanılmış bir takvim.
Üzerinde bir resim;
Azgın, sonsuz birdeniz.
Kaygısız, düşüncesiz,
Çalkanıyor boşlukta
Resimdeyse bir nokta;
Yana yatmış bir gemi,
Kaybettiği alemi
Arıyor deryalarda.
Bu resim rüyalarda
Gibi aklımı çeldi,
Bana sahici geldi.
Geçtim kendi kendimden,
Yüzüme o resimden,
Köpükler vurdu sandım.
Duymuş gibi tıkandım,
Ciğerimde bir yosun.
Artık beni kim tutsun.
Denizler oldu tasam,
Yakar onu bulmazsam
Beni bu hasret dedim
Varırım elbet dedim.
Bir ömür geze geze
Takvimdeki denize.
Ne var bana ne oldu
Odama nasıl doldu
Birden bire bu meltem
Ve dalgalandı perdem
Havalandı kağıtlar.
Odamda kıyamet var.


Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown02:17

Gecenin Kapıları

:


Bütün kapılar kapandı, dışardayım

Birden karşıma çıkmayın korkuyorum

Uykusuzum fena halde, sokaktayım

Karanlık bastırdı mı bozuluyorum


Fena bir yerimden koptuğum doğru

Kendimden çok fazla yaşamaktayım

Nereye bağlanacak bu işin sonu

Aslında ben kimim meraktayım



Bütün kapılar kapandı, sokaktayım...



Atilla İLHAN

Posted Unknown02:11

14 Mayıs 2013 Salı

Destan

:

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,

Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

Durum diye bir laf var, buyurun size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!

Bir şey koptu benden, şey, Herşeyi tutan bir şey.
Benim adım bay Necip, babamın ki Fazıl bey,

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.

Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!

Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.

Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilac;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç.

Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!

Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!

Posted Unknown16:10

Dalgalar

:

Sarmış deniz kızları gibi dalgalar bizi,

Uzun saçları gümüş, şeffaf tenleri fosfor.

Yumuşak başlarıyla sarsarak teknemizi,

Yolcu, gittiğin sahil nerde diye bağırıyor.



Ne bir kıyıdan eser, ne bir ışıktan eser,

Sulardan daha derin, yolun karanlıkları.

Dalgalar, yürüyünüz, arayalım beraber,

Başımızı dövecek yalçın kayalıkları!..


Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown15:52

Bağlanmayacaksın

:


Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

Can YÜCEL

Posted Unknown15:44

Gece Yarısı

:

Her gece periler uyur odamda,
Derinlerden gelir uzun nefesler,
Yanan mum bir rüya seyreder camda,
Bir ağır hastanın nabzıdır sesler.

Gittikçe alçalır, yükselir tavan,
Duvarda küçülür, büyür parmaklar,
Elbisem çivide canlanır o ân,
İçinde bir başka vücudu saklar.

Her perdeden çıkar sivri sinekler,
Sanki bir tel gevşer, bir tel burulur.
Sokakta uyanık kalan köpekler,
Yıldızlara bakıp durmadan ulur.

Birdenbire bir şey çıtırdar, derken,
Merdivenden gelir bir ayak sesi,
Basamaklar birer birer esnerken,
Kilitli kapının düşer perdesi.

Gözler parlayınca karanlıklarda,
Kemikten parmaklar terimi siler,
Yanyana oturmuş, bekler dışarda,
Sarışın kediler, siyah kediler...



Necip Fazıl KISAKÜREK 
 

Posted Unknown15:39

Sonsuzluk Kervanı

:

Sonsuzluk Kervanı "peşinizde ben
Üç ayakla seken topal köpeğim!"
Bastığınız yeri taş taş öpeyim.
Bir kırıntı yeter kereminizden!
Sonsuzluk Kervanı peşinizde ben...

Gidiyor gidiyor nurdan heykeller...
Ufuk önlerinde bayrak kulesi.
Bu gidenler Altun Kol Silsilesi;
Ölçüden ahenkten daha güzeller.
Gidiyor gidiyor nurdan heykeller...

Sonsuzluk Kervanı istemem azat!
Köleniz olmakmış gerçek hürriyet.
Ölmezi bulmaksa biricik niyet;
Bastığınız yerde ebedi hasat.
Sonsuzluk Kervanı istemem azat...


Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown15:37

Serseri

:



Yeryüzünde yalnız benim serseri, 
Yeryüzünde yalnız ben derbederim. 
Herkesin dünyada varsa bir yeri, 
Bende bütün dünya benimdir derim. 
Yıllara gezdirdim hoyrat başımı. 
Aradım bir ömür,arkadaşımı. 
Ölsem dikecek yok mezar taşımı: 
Halime ben bile hayret ederim. 
Gönlüm ne dertlidir,ne de bahtiyar. 
Ne kendisine yar,ne de kimseye yar, 
Bir rüya uğrunda ben diyar diyar, 
Gölgemin peşinde yürür giderim...

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown05:42