31 Mart 2013 Pazar

Ölümsüzlük

:


Ölümsüzlük

Sabah, akşam, öğlende,
Aklım büyük şölende.
Bütünlük, o "bir"'dedir.
Sayı sayı bölende.
Bilmez yaşayan ölü;
Asıl haber ölende.
Tek hat, tek yön, burada;
Giden de bir, gelen de.
O'nunla buluşmak var,
Sıra bize gelende.
O'na deki: Ey Resul
Ölümsüzlük kölende...


(1973)

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown15:08

Şöhret

:

ŞÖHRET

Bir baltada indirin,
Ağacından dalımı,
Bana zehir yedirdin,
Elaleme balımı.

İstemem, ne dil, ne mal,
Bana ne verdinse al!
Sazını kafana çal,
Ver bana kavalımı!...

(1931)

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown14:55

Zindandan Mehmed'e Mektup - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

Zindandan Mehmed'e Mektup

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! Sükût...

Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

(1961)

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown09:21

Gel - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

Gel

Yüzün bir sebepsiz korkuyla uçuk,
O gün başucuma karalarla gel
Arkanda, çepçevre, kızıl bir ufuk,
Tepende simsiyah kargalarla gel

Elinden, dal gibi düşerken ümit,
Ne bir hasret dinle, ne bir ah işit;
Bir yaprak ol, esen rüzgarlarla git,
Kırık bir tekne ol, dalgalarla gel.

(1930)

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown08:39

30 Mart 2013 Cumartesi

Atilla İLHAN - SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN

:

SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin

Posted Unknown13:24

Utansın - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

Utansın

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk; Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown07:41

Necip Fazıl KISAKÜREK - Kafiyeler

:


KAFİYELER


Ne diye,
Bu şuna,
Şu, buna,
Kafiye?
Başa taş,
Aşa yaş,
Hey'e ney,
Tuhaf şey!


Kafiye
Mantığı,
O mantık!
Hediye
Sandığı,
Bu sandık!
O mantık,
Bu sandık-
ta sandık,
Ve yandık .
Ne yandık!


Hendese,
Kümese
Tıkılmak.
Hadise
Kırkayak.
Adese,
Oyuncak.
Vesvese,
Gökbayrak.
Ölümse,
Gel dese;
Tak, tak tak!
Mu-hak-kak!

Sorular
Sordular;
Neden çok,
Nasıl yok,
Niçin var?

Sanatsız
Papağan,
Neden çok;
Ve atsız
Kahraman,
Niçin yok?

Çok ve yok,
Yok ve çok,
Aç ve tok,
Tok ve aç;
Tut ve kaç!
Saklambaç.

Neden çok,
Nasıl yok,
Niçin var?

Niçin'i
Boğarken
Piçini,
Yatakta
Bastılar,
Şafakta
Astılar.

Ve derken:
Nasıl yok
Niçin var?

Bir varmış,
Bir yokmuş.
Karamış

Ve kokmuş
Dünyamız.
Rüyamız
Kapkara.
Manzara:
Gebeler
Döşeksiz.
Ebeler
Isteksiz.
Kubbeler
Desteksiz.
Habbeler
Süreksiz.
Türbeler
Meleksiz.

Tövbeler
Gerçeksiz.
Cübbeler
Yüreksiz.
Cezbeler
Şimşeksiz.
Izbeler
Emeksiz.
Heybeler

Ekmeksiz.
Kafiye,
Hikâye!
Dava tek:
Ölmemek!
Peygamber!
Ne haber?
Bir batan
Var: Vatan!
Kandil loş,
Ocak boş;
Ve dağ dağ
Elveda!

Gitme kal!
Nefes al!
Emir tez,
Bekletmez!
Ve o nur
Bulunur!
İşte iz!
Geliniz!
Toprak post,
ALLAH dost...

(1941)

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown06:55

Aynalar - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

AYNALAR

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karsıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade. Günah, günah, hasat yerinde demet;
Merhamet, sucumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?
Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan; Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Posted Unknown02:48

29 Mart 2013 Cuma

Necip Fazıl KISAKÜREK - KALDIRIMLAR

:

KALDIRIMLAR

I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

Posted Unknown20:49

Tabut - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

TABUT

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim, içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?

Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown10:59

Geçti, Geçti - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

GEÇTİ, GEÇTİ



Geçti, geçti mevsimler...

Süpürüldü takvimler.

Gidenlerden kalan şey;

Duvarlarda resimler,

Mezarlarda isimler...

Geçti, geçti mevsimler...



Hani eski iklimler?

Has ekmekten dilimler.

Hey gidi zamane hey!

Tesellisiz ilimler,

Adaletsiz taksimler...

Hani eski iklimler?



(1983)



Necip Fazıl KISAKÜREK

Posted Unknown10:30

Necip Fazıl KISAKÜREK - Anneciğim

:

Anneciğim

Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim !

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim! ...
(1926)

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown08:13

Necip Fazıl KISAKÜREK - ÇİLE

:

ÇİLE
Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum: Kızıl kıyâmet!
Dediklerin çıktı ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mâvi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un,
Kustum öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünyâ;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikât, al sana rûyâ!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çâre diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünyâ etti hediye. Bu nasıl bir dünyâ, hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamânı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen, hakîkat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe. Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe. Niçin küçülüyor eşyâ uzakta?
Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl?
Zamânın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl? Bir fikir ki, sıcak yarada kezzab,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azâb;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrârını aç!
Annemin duâsı, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! Uyku kaatillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Tesellî pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak. Bu mu, rûyâlarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle... Akrep, nokta nokta rûhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesâfelerden! Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.
Her gece rûyâmı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık. Büyücü, büyücü, ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde. Lûgat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvablarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim? Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mîmârının seçtiği arsa;
Hayattan muhâcir; eşyâdan öksüz? Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var, ne hakîkatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabîatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamânın, hem geleceğin. Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde Mâverâ Dede.
Yandı sırça saray, İlâhî Yapı,
Binbir âvizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nûr, çevre çevre nûr.
İçiçe mîmârî, içiçe benlik;
Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhûr! Nizâm köpürüyor, med vakti deniz;
Nizâm köpürüyor, tâ çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu. Kaçır beni âheng, al beni birlik!
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şâirlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta! Öteler, öteler, gayemin malı;
Mesâfe ekinim, zaman mâdenim.
Gökte saman-yolu benim olmalı!
Dipsizlik gölünde, inciler benim. Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuz'a varmak...

Posted Unknown05:09

Boyutsuz Bir Sevda Bu

:

Boyutsuz Bir Sevda Bu

Boyutsuz bir sevda bu

zamanı yok
mekanı yok
sonu ne olur diye
hesabı yok



Boyutsuz bir sevda bu
Korkusu yok
Türküsü yok



Sen severmisin diye
Sorgusu yok
Boyutsuz bir sevda bu
zinciri yok
silahı yok



Böyle olmalı diye
Kitabı yok

Posted Unknown02:31

28 Mart 2013 Perşembe

Sakarya Türküsü

:






İnsan bu,su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benin, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.


Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor,yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb’im isterse sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur.


Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..


Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân!
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an;

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler seren ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?


Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!


Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan, üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:


Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya saf çocuğu masum Anadolu’nun,


Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, göz yaşıyla ıslanmış hamurdanız;


Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;


Aldırma, böyle gelmiş, böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:


Sen kıvrıl ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!


Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..




Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown16:53

Öylesine Sevmiştim - İbrahim SADRİ

:


   ÖYLESİNE SEVMİŞTİM

   Şimdi gidiyorsun, git 

   Bütün sabahları üşüdüğüm 
Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin 
İçimde bir şarkı 
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat 
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin 
Yıldızları da alsana yanına gökyüzünden 
Sevdiğimiz şarkıları da 
Pencereme konan yusufçukları da 
Bana karanlığı bırak 
Beni bırak, beni böyle bırak 
Böyle ansızın, böyle yakışıksız 
Böyle anlamsız, böyle dağınık 
Öyle kapıda susuşun 
Öyle sarsak, öyle serkeş, öyle çerkes duruşun 
Öyle sağlam, öyle bir de vuruşun 
Koy beni sensizliğe 
Ve otursun içime kül gibi kor yangının 

Şimdi gidiyorsun, git 
Hadi git 
Hepsi hepsi bir sevda benimkisi, al da git 
Hadi kanatma 
Hadi yıkma 
Hadi dokunma 
Zaten ben seni öylesine sevmiştim 

Şimdi gidiyorsun, git 
Bütün sabahları üşüdüğüm 
Bütün gördüğüm senli günlerim,onlarda gitsin 
İçimde bir şarkı 
Gözümde bir ışık kalmıştı her şeye inat 
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin

İBRAHİM SADRİ 

Posted Unknown16:28

Yalnızlık - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

YALNIZLIK

Yalnızlık bir fenerse,
Ben de içindeki mum,
Onu, billur bir kase
Gibi doldurur nurum.

Dışarıdan bana neler
Getirir pervaneler!
Pırıltılar, nağmeler,
Renklerle eriyorum.

Posted Unknown16:13

UTANSIN - Necip Fazıl KISAKÜREK

:

UTANSIN
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk; Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

Posted Unknown12:21

Attila İLHAN - Üçüncü Şahsın Şiiri

:

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım

Posted Unknown09:52

Cezmi ERSÖZ - Bana Beni Anlat

:

Bana Beni Anlat

Tam kapıdan çıkacakken durdum bir an. Yasadığımız onca şey kalbimden geçti. Kalbimden sen geçtin. Kalbime saplanıp çıkan bir kurşun gibi… içim dondu bir an. sonrA açtım gözlerimi ve yoluma devam ettim . her gün binlercesini yaşadığım böylesi anlardan biriydi sadece.. zamanın dışına çıkıp sonra yeniden hayat girdiğim.. önce hücrelerime dağılıp sonra yeniden aynı bedende buluştuğum o krizlerden biriydi.ölüp yeniden dirilmek gibiydi Küçük detaylar… anlar uçup giden.. hangi defterimi açsam sana yazdığım bir cümle bir şiir var.. hayatım seninle mi geçti? Ben senin için mi doğdum?bir başka adama aşıkken seni nasıl sevebilirim? Gerçek aşk bu mu? Oysa nasılda yabancıyız birbirimizin acılarına,nasılda umutsuzuz birbirimize.. seni anlayabilseydim .. seni basit kıskançlıklardan arınıp sevebilseydim. Zaman daralıyor … yaşlanıyorsun. Yaşlanıyorum geçen zaman hayatımızdan çalıyor. Nasıl da buluşur yollar… sonra ansızın bir sapağa döner birisi… diğeri bırakıldığı yerde bir ömür boyu donakalır arkasından…! Bana hayatı anlat…. Bana aşkı anlat! Bütün ezberim bozuldu. Kapılarında kalırdım… o kapıdan içeri hiç girmedim mi ben? Hala orada bekliyor muyum ? biliyorum bir başkasıyla birleştirdin hayatını,neden şaşırıyorum detaylara,anılarınız çoğalıyor,yolculuklar,kırgınlıklar,yeniden kavuşmalar,sevişmeler bu kadar uzağımdayken mi yakınsın bana,bu kadar uzağındayken mi içindeyim Sevgi başka bir şey mi ne olur anlat bana? N’ olur ,anlat, bana!... Neyim var ki sığınacak? Başka savunmam yok.” Beni arama görüşmeyelim” demekten başka… Terk edilmiş birinin, beni arama demesinden daha zavallıca ne olabilir ki… Bana hayatı anlat! Çöz beni! Bütün acılarımı silip beni baştan yarat! Sonra nereye gidersen git! Beni parçalarıma böldün. Beni hücrelerime dağıttın ,. Şimdi biçim ver ki nefes alabileyim yeniden! Bana bir kılıf yarat, yeniden! Yaralarımla çok çirkinim. Kırıcıyım. Çirkinim…. nasılda acımasız şu zaman,son sürat bir delilikte sürükleniyor hayat,o kapının önünde öylece donmuş bakıyorum yıllardır.. Neye yarar sözcükler kalpleri kırmaktan başka …. Beni sevdiğini söylemen, neye yarar! Neye yarar beni bir daha arasan ya da hiç aramasan… neye yarar acı çeksen… acı çeksem…? Kaybettik birbirimizi…Kirlendik hayat gibi. Bana beni anlat…Bana hayatı anlat…!inançlarımı geri ver bana,yıllar önce seni kusursuzca sevebilen o gencecik adamın heyecanını,hayata bağlılığını,aşka inancını geri ver,bana beni geri ver artık!bana seni ver! Ne olur aç artık o kapıyı! Gece, soğuk… İstanbul,damla damla yağıyor aşkımızın üzerine… Bu ev, senin soluğun olmadan ısınmıyor… kim bilir, nerdesin? Hangi gözlerin içinde kaybettin kanayan yüreğimi ? “bir kente, aşkın için gelmek ne güzel ama aşkın için bir kenti terk etme!” demişti birisi…İstanbul bunu haketmiyor sen haketmiyorsun demişti...Oysa,bilinmezliğin yolculuğuna biletimi çoktan kestirdim ben… Gidiyorum… Kaçıyorum….Yorgunum….

Posted Unknown08:20

Ben Sana Mecburum - Atilla İLHAN

:

Ben San Mecburum

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy''de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin…

Posted Unknown07:49

Necip Fazıl Kısakürek RUH

:


Ruh
Ya bin yıl, ya bin asır sonra o gün gelecek.
Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek
O kadar yanacak ki, bir yüksüklük toprağım,
Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım!
Ve birden bakacağım, her tarafım bitişmiş,
Başım, toprak altında bir mâden gibi pişmiş.
Nefesten daha ince bir ipek kumaş derim;
Fosfordan daha parlak, ince uzun ellerim.
Dalacağım kendimin hayran seyrine,
Diyeceğim: Bu dönen şeyler eski yerine,
Benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman?
Külümün rüyası mı yoksa gördüğüm?.. Aman!
Başımda açılacak fânilerin seması
Ve onların taprağa gerçek diye teması,
Bir tatlı vehim gibi içimi bayıltacak;
Toprağın, koşacağım, üzerine yalnayak;
Şehrin, dolaşacağım kuş gibi etrafında;
Bir beyaz hayaletim upuzun çarşafında,
Gezeceğim, doğduğum evin odalarını,
Geceleyin, koskoca şehrin lâmbalarını,
Bir keksin üfleyişim söndürmeye yetecek;
Korku, şehrin çelikten sesini tüketecek.
Herşey susacak o ân, çalınacak kapılar;
Kiremitleri yaprak yaprak alan bir rüzgâr,
Ağzamdan haykıracak, uzun, gizli, çapraşık…
Erişilmez fikir ki, düğüm düğüm dolaşık…
Sarıldıkça boşanan yumak, çözülen demet;
Başı görünmez hayâl, sonu gelmez nedamet…

(1931)
Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown07:22

27 Mart 2013 Çarşamba

Murat KEKİLLİ - Dizi Dizi Limonate

:

                                                     Murat Kekilli - Dizi Dizi Limonate


Posted Unknown08:18

18 Mart 2013 Pazartesi

Beklenen

:

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı, 
Ne taze ölüyü mezar. 
Ne de şeytan, bir günahı, 
Seni beklediğim kadar. 


Geçti istemem gelmeni, 
Yokluğunda buldum seni; 
Bırak vehmimde gölgeni 
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

Posted Unknown06:20